Profesyonel yaşamınız oldukça renkli ve ilham verici. Bize kısaca İdil Berk’i ve kariyer yolculuğunuzu anlatır mısınız?
1971 yılında Ankara’da dünyaya geldim. TED Ankara Koleji’nden mezun olduktan sonra Hacettepe Matematik Bölümü’nü bitirdim ve hemen iş hayatına atıldım. Uzun yıllar farklı sektörlerde çalıştıktan sonra gerçek kariyerim 2000 yılında BOTAŞ’ın BTC Projesi’yle başladı. Başlarda fotokopi çekerek başladığım bu projede yıllar içinde yükselerek önemli görevler üstlendim. Proje bana sadece sektör bilgisi değil, hırs, disiplin ve emeğin gücünü de öğretti. Sonrasında Libya ve Kazakistan gibi ülkelerde uzun süre çalıştım. Tüm bu deneyimlerin ardından SOCAR Petrolleri’nden gelen teklif ile Türkiye’ye döndüm. Ancak burada kurumsal hayata uyum sağlamakta zorlandım ve 45 yaşımda emeklilik kararı alarak yaşamımın yeni bir fazına geçtim. Ankara’ya dönüp “emeklilikte yapılacaklar listemi” açtım ve önce astroloji eğitimi, ardından resim dersleri, sonra da yazılım firmam HIDSoft A.Ş.’yi kurarak üretmeye devam ettim.
Böylesine teknik ve yoğun bir kariyerin ardından sanata yönelmeniz oldukça dikkat çekici. Sanatla yolunuz nasıl kesişti?
Bir gün fark ettim ki hobim yok. Belediyenin tiyatro kursuna yazıldım. Kurs sonunda sahneye çıkacaktık. Hiç sahne deneyimim olmamasına rağmen inanılmaz bir heyecan yaşadım. O an, uzun süredir böyle bir hissi tatmadığımı fark ettim. Bu hissin peşinden gitmeye karar verdim. Ve evet, oyuncu olacaktım. İşte sanatla tanışmam böyle başladı.
Oyunculukla başlayan bu yolculuk zamanla senaryo yazımına ve yönetmenliğe evrilmiş. Bu geçiş sürecini ve yaşadığınız dönüşümü bizimle paylaşır mısınız?
Eğitimler aldım, ajanslara başvurdum. Önce figüranlık, sonra yan roller, derken bölüm oyunculuğu derken sektöre dahil oldum. Ama yetmedi. Kendi yolumu çizmek istedim. “Kendi filmimi kendim çekerim” dedim ve o an hayatımın dönüm noktası oldu. Senaryo yazmaya başladım ve başrolü de kendime verdim. 2023 yazı benim için hem öğrenme hem de üretme zamanıydı.
Çektiğiniz tüm kısa filmlerin ödüllerle taçlandırıldığını biliyoruz. Bu başarıyı neye bağlıyorsunuz? Sizce bir filmi etkileyici kılan temel unsurlar nelerdir?
Açıkçası ilk başta ben de şaşırdım. Ama artık mütevazılığı bir kenara bıraktım; demek ki doğru yapıyorum. Başarı, bence önce hikâyenin etkileyici olmasından sonra da estetik, net bir biçimde aktarılmasından kaynaklanıyor. İçimden geldiği gibi yazıp yönetiyorum. Ticari kaygım yok, bu da ruhumun işe yansımasını sağlıyor.
Sinema ya da senaryo eğitimi almadan sektöre girip böylesi bir başarı elde ettiniz. Sonrasında bu alanda eğitim alma ihtiyacı hissettiniz mi?
İlk filmlerle birlikte birçok festival ve söyleşiye katıldım. Her yerde bu soru soruldu. Sonunda “Acaba bir eğitim alsam mı?” deyip geçtiğimiz yaz Prag Film Institute’ta Sinematografi eğitimi aldım. Kısa bir programdı ama kamera ve ışık konusunda vizyon kazandırdı.
Kısa filmle uzun metraj arasında nasıl bir anlatım farkı görüyorsunuz? Her iki türde de üretim yapmanın size kattıkları neler oldu?
Kısa film çok daha zor ama ben bu zorluğu seviyorum. Az sürede, az diyalogla bir meseleyi anlatmak ve mesajı patlatmak gerekiyor. Bu matematiksel kurgudan keyif alıyorum. Şu anda iki uzun metraj proje üzerinde çalışıyorum. Uzun metrajda anlatım daha kolay gibi geliyor; diyalog koy, karakteri konuştur, tamam!
Kadın yönetmen olmanın sektör içinde avantajları ve dezavantajları üzerine neler söylersiniz? Cinsiyet temelli bir zorlukla karşılaştınız mı?
Yıllarca erkek egemen sektörlerde yöneticilik yaptığım için sanırım alışığım. Kadın sayısının az olduğu ortamlarda çalıştım hep. Açıkçası şimdiye dek üstesinden gelemediğim bir zorluk yaşamadım.
Sadece sinema değil; resim, müzik gibi farklı sanat dallarıyla da ilgileniyorsunuz. Bu çok yönlülük yaratım sürecinize nasıl yansıyor?
Ben evreni bir radyo gibi görüyorum. Ruhunuz bir frekansa geçtiğinde o kanaldan gelen her yayını duyuyorsunuz. Resim yaparken de aynı benim, senaryo yazarken de. Sanat dalı değişse de gelen hissin kaynağı aynı. Benim için üretmek, evrene borcumu ödemek gibi.
Sanat hayatınızda sizi derinden etkileyen, “işte bu bir dönüm noktasıydı” dediğiniz bir an var mı?
Kesinlikle Cannes’da ödül almak.
Senaryolarınızda karakter yaratım süreciniz nasıl ilerliyor? Karakterlerinizle duygusal bir bağ kurar mısınız, yoksa mesafeli mi yaklaşırsınız?
Senaryolarımdaki bazı karakterler tanıdığım insanlar. Yani çevremden, birlikte vakit geçirdiğim kişiler. Dolayısıyla zaten aramızda bir bağ var. Ayrıca seyahatlerim sayesinde farklı kültürleri tanımam da büyük avantaj. Bazen birini görürüm, analiz ederim ve not alırım. Sonra bir senaryomda mutlaka yer bulur.